“Neyi sevdiğinizi bulmanız gerek. Ve bu aşklarınız için geçerli olduğu gibi işiniz için de geçerlidir. İşiniz hayatınızın büyük bir kısmını kaplayacak ve gerçek anlamda tatmin olmanın tek yolu harika bir iş olduğuna inandığınız şeyi yapmanızdır. Ve harika bir iş yapmanın tek yolu ise yaptığınızı sevmenizden geçer. Henüz bulamadıysanız, aramaya devam edin. Durulmayın. Tüm gönül meseleleri gibi, onu da bulduğunuz zaman anlayacaksınız. Ve her büyük ilişki gibi, seneler geçtikçe daha da güzelleşecek. Yani bulana kadar devam edin. Yılmayın.” der Steve Jobs.
Söylediklerinin tamamına katıldığımı belirtmek isterim öncelikle. Jobs’ın kendi hayatından hareketle, başarı, sevgi, kaybetmek, yaşam ve ölüm üzerine derlediği konuşmasından başka alıntılarla başlayıp; iş dünyasından farklı seslere de yer vereceğim yazının ilerleyen bölümlerinde. Böylece, “çalışan mutluluğu” üzerine hem işveren hem de çalışan perspektiflerinden farklı açımlamalar yaparak, çalışanları neyin mutlu ettiği sorusuna yanıt vermeye çalışacağım.
Kalbinizin sesini dinleyin!
“Zamanınız kısıtlı, bu yüzden başkalarının hayatını yaşayarak onu harcamayın. Başkalarının düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşama dogmasına takılıp kalmayın. Başka insanların fikirlerinin gürültüsünün kendi kalbinizin sesini duymanızı engellemesine izin vermeyin. Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun. Kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler. Bunun dışındaki her şey ikinci planda.”
Bir şeye mutlaka güvenmelisiniz!
“Tekrar söylüyorum, noktaları ileriye bakarak birleştiremezsiniz; onları sadece geriye baktığınızda birleştirebilirsiniz. Noktaların gelecekte bir şekilde birleşeceğine inanmanız gerekiyor. Bir şeye güvenmelisiniz; cesaretinize, kaderinize, hayata, karmaya, herhangi bir şeye.”
Akıllı çalışan yeni şeyler düşünür!
Akıllı çalışan kimdir, akıllı olduğu nasıl anlaşılır gibi sorulara Bill Gates’in yanıtı: “Akıllı insan, her şeyin tek tek söylenmesinin gerekmediği bir kişidir. Akıllı eleman, arar bulur, geliştirir, yeni şeyler düşünür, düşündüklerini uygulamaya geçirebilir.” oluyor. Çalışanlara değer vermek konusunda hala bir dünya devi olan Microsoft, personel yönetimi konusunda şöyle bir yol izliyor; en akıllı kişilerle çalışmak istiyor ve onları kaybetmek istemiyor. Bill Gates bir mülakatta, ayrılan her elemanın arkasından “niçin ayrıldı, niçin onu tatmin edemedik, nerede hata yaptık” sorularını sorduğunu söylüyor.
Tarım, sanayi ve bilgi toplumu
Günümüzde, şirketler ve işverenler çalışan mutluluğuna fazlasıyla (!) önem vermekte. Yakın geçmişe baktığımızda bunun çok yeni bir durum olduğunu görürüz. Toplumun geçtiği evreleri düşünelim. Alvin Toffler, insan toplumunun üç evrimden geçtiğini söyler: tarım, sanayi ve bilgi toplumu. Tarım toplumundan bilgi toplumuna geçiş sürecinde, insana verilen değer her dönem farklı olmuştur. İnsan; eşyayla, araçla aynı değerde de görülmüştür, elektrik su, para gibi kullanılıp atılan kaynak gibi de. Bugünse her türlü yatırımın makul görüldüğü bir değer. Bunun sonucu olarak da ‘insan kaynakları’ departmanları her kurumda kilit öneme sahip birimler oldular.
İşe geç kalma lüksü
İnsan kaynaklarının bu denli önemli hale gelmesinde ‘çalışan mutluluğu’ mu yoksa ‘şirket karlılığı’ mı kilit faktör olmuştur? Belki her ikisi de önemseniyordur, sizce? Anlamak için insan kaynaklarına ve uygulamalarda yapılan değişikliklere yakından bakalım. Çalışanını evinden –servisle- alıp çalışma masasına ya da tüm gün (!) çalışacağı makinanın başına taşıyan ve aynı şekilde işten alıp doğruca evine bırakan bir şirketin önceliği, çalışanının mutluluğu mudur yoksa şirketinin karlılığı mıdır? Servis sistemi, insanların işe geç kalma lüksünü ellerinden alalım diyerek geliştirilmiş olabilir mi? Eğer öyleyse çalışan mutluluğu ikinci plana atılıyor demektir. Peki, çalışan mutluluğu nasıl sağlanır?
Mutluluk: Çalışmak ve sevmektir!
Mutluluğun tek yolu/tarifi olmadığı gibi çalışanları da mutlu etmenin tek yolu yoktur. Zaten tek bir yolu olsa tüm kurumlar bunu yerine getirir ve kimse mutsuz olmazdı. Çalışanları neden mutlu etmeye çalışıyoruz ki? Sanki çalışanlar hâlihazırda mutsuz ve biz onları mutlu edecek bir şey arıyoruz. Sigmund Freud mutlu insanla ilgili (ruhsal açıdan sağlıklı); “çalışabilen ve sevebilen insan” demiştir. Buradan hareketle, çalışmanın mutlulukla doğrudan ilişkili olduğunu görebiliriz. O halde kurumlar çalışanlarının ‘çalışma’ ve ‘sevme’lerine katkıda bulunarak iyi bir başlangıç yapabilirler. Bir, yol üstü kafesi günün tavsiyesi olarak: “aramaktan ve sevmekten vazgeçmeyin” demiş. Bu motto, mutluluk için bizi, doğru ve iyi bir yola yönlendirebilir.
Personel güçlendirme
Çalışan mutluluğu için “empowerment” kavramından faydalanabiliriz. Empowerment, dilimizde “personel güçlendirme” olarak kullanılmakta ve içeriğinde; çalışana güven, çalışanı kabul, işbirliği, çalışanın ihtiyaçlarını giderme, kurum içinde bilgilerin paylaşılması, kararlara katılımın sağlanması, ortaklaşa amaçların belirlenmesi, sorumluluk verilmesi, motivasyon, eğitim ve geliştirme faaliyetlerini bulundurur. Ve tabi ki ödüllendirmeyi de.
Çalışanları mutlu eden şey nedir?
Bu ölçütlerin her biri çok olumlu katkılar sunabilir ancak bazen tek bir ölçütte yaşanan sorun –bir çuval inciri mahvetmek gibi- sunulan tüm emeğin boşa gitmesine neden olabilir. Bu nedenle insan kaynağını iyi tanımak, gözlemlemek ve sonuçları çok iyi okumak gerekir. Sonuçlardan yola çıkarak personeli güçlendirmeye yönelik atılan her adım, çalışan mutluluğuna çok önemli katkılar sunar. Kabul edilmek, destek görmek, olumlu karşılanmak herkesi mutlu eder. İnsan kaynakları uzmanı Ali Rıza Ersoy’un bir mülakatta “çalışanları mutlu eden şey nedir” sorusuna cevabını olduğu gibi aktarmak istiyorum.
Çalışana insan olarak değer verilmesi!
“En kolay ilk madde, çalışana insan olarak değer verilmesi. Bence en önemli nokta bu. “Sen bir insansın, bu şirkette çalışıyor olsan da olmasan da senin bir değerin var”. Bu kadar! İkincisi, insanın çalıştığı yerden mutlu olmasının en önemli şartı, insanın iş tanımının yapılmış olması ve iki tarafın da bu tanım üzerinde mutabık olması. Ona çok bariz, ölçülebilir hedefler verilmesi. Sonra bu hedeflerin -yıllık olabilir, üç aylık olabilir birlikte oturulup değerlendirilmesi. Ve bu başarının paraya çevrilmesi. Eğer böyle bir sistem koyabiliyorsan başarılı olursun. Birçok çalışanın, en büyük mutsuzluğu doğru dürüst bir iş tanımının olmaması. Süreç bazlı organize olmayan şirketlerde en büyük bela budur. Ortaya bir iş atılır, patron Ahmet’in yaptığını zanneder ama yapan Mehmet’tir, sonra ortaya başka biri çıkıp bu işi Mehmet’ten kapmaya çalışır. Bu durumda çalışan oradan oraya savrulur durur, ne onun sorumluluğu, ne değil, kendisinden ne bekleniyor, bunlardan habersizdir.
Asıl olan, çalışanın ne kadar para kazandığı!
“Mutluluk sağlayan ana noktalar bunlar. Ama yan koşullar olarak her sene çalışan memnuniyeti anketlerinin yapılması, yanlış giden şeylerin tüm şeffaflığıyla açığa çıkarılması ve çevre koşullarının sürekli iyileştirilmesi diğer koşullar. Klima, ışıklandırma ofis dekorasyonu, bahçenin düzenlenmesi gibi yan faktörler de söz konusu. Bunların hepsi ilave mutluluklar ama pastanın üzerindeki güller, süslemeler. Asıl olan çalışanın ne kadar para kazandığı.” Yazıyı buraya kadar okuduysanız, Ali Rıza Bey sonuçta konuyu ‘para’ya bağladığından Steve Jobs’a yeniden kulak vermemiz iyi olabilir: “… kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun. Kalbiniz ve sezgileriniz ne yapmak istediğinizi bilirler. Bunun dışındaki her şey ikinci planda.” Benim de bu hafta sizler için önerim; kalbinizin sesini daha fazla dinlemeniz ve duyduklarınız üzerine güvendiğiniz kişilerle –belki bir profesyonelle- konuşmanız ve hayatınızı yeniden keşfetmeniz, düzenlemeniz.
Şamil Saribaş
Aile ve Çift Terapisti