“Uzun zamandan beri evli, çok geniş bir aile kuran iki insan tanıyorum. Evlendiklerinin ilk yaz tatilinde bir haftayı birlikte geçirdikten sonra erkek, ‘Şimdi bir haftalığına yelkenliyle gidiyorum,’ dedi. Eşi, ‘Seyahat etmek hoşuma gider, ben de çıkacağım seyahat için bavulumu topluyorum,’ dedi. Arkadaşları ellerini kaldırarak, ‘Bu evliliğin geleceğini fazla görmüyorum!’ dediler. Kehanetler çok umutsuz olsa da bu insanların evliliği çok başarılı sürdü. Bununla ilgili en önemli noktalardan biri, erkeğin bir haftalığına becerilerini ilerlettiği, uzmanlığının keyfini çıkardığı yelkenliyle gitmesi, kadınınsa valizini alıp Avrupa’nın her yerini dolaşmasıdır. Geri kalan elli küsür haftada birbirlerine anlatacakları çok şey vardı ve her yaz tatilinin yarısında başlarını alıp gitmenin ilişkilerine yararını gördüler.”
Psikanalist D.W. Winnicott konuşması sırasında bu örneği verdiğinde dinleyicilerle dalga geçme amacını gütmese de, bu aktardığı, bizim gibi kısıtlı tatil sürelerini kimin ailesinde ne kadar kalınacağına ilişkin kıyasıya kavgaların doldurduğu bir kültürde, sağlıksız ilişkiye dair sıkı bir örnek olarak da değerlendirilebilir.
Kültürel değil, evrensel bir başlangıç yapılırsa, ilişki içinde olmanın insan için yaşamsal bir ihtiyaç olduğu söylenebilir. Dünyaya merhaba deyişi ve hemen ardından göbek bağının kesilmesi, insan yavrusunda yeni bir bağ bulma, ilişki kurma ihtiyacını ortaya çıkarır. Yavrunun ilişki kurarak hayatta kalmasını sağlamak için içinde biyolojik bir program vardır. Bu program kendini ilk aşamada emme, tutma refleksleri, ağlama ile gösterirken ilerleyen aşamalarda genetik, aile (bakım veren ve bebek ilişkisi, sonrasında aile içi ilişkiler) ve sosyal çevrenin etkisi (kültürel kodlar) ile kişilerin ilişkilenme şekilleri değişiklik gösterir.
Değişmeyen tek şeyin kişinin ilişki içinde var olduğu ve kendini tanıdığı, ilişki içinde hastalanıp yine ilişki içinde iyileştiği gerçeğinden hareketle, sağlıklı ilişkiye dair yeterli olmasa da gerekli olan birkaç şey söylenebilir.
Sağlıklı ilişki için sağlıklı iki bireyin yeterli olduğu bir noktada, bu ilişki bireyin;
* Bir arada olma ihtiyacını ve
* Birey olma ihtiyacını karşılamalıdır.
Sanılanın aksine bu iki ihtiyaç birbirlerinin enerjisinden çalmadığı gibi birbirlerine enerji üreten doğal birer kaynak işlevi görürler. Bireysellik ihtiyacının karşılandığı bir zaman diliminin ardından (iş, spor, eğitim gibi) çift bir araya geldiğinde paylaşımda bulunma, kabul görme, onaylanma, onarılma, duygusuna dokunulma, sarıp sarmalanma ile tazelenir. Ve kişi birlikte oluştan edindiği güç, ilişkisine ve kendisine duyduğu güven ile yeniden dış dünyaya dönüp bireyselliğini, varlığını inşa eder. Kendisini inşa ettikçe de ilişkisine enerji taşır.
Birliktelik ihtiyacına yatırılan enerji ilişkinin başında bireyselliğe yatırılan enerjiye göre oldukça fazla iken ilişkinin devamında kişilerin farklı ayrışma-bireyleşme seviyelerine göre denge görece sağlanır.
İlişkiye başlama; kişinin kendi başına inşa edip, döşediği odasının bir kapı ile yeni bir salona bağlanması gibidir. Yaşamını genişletir, ferahlatır, renklendirir, zenginleştirir. Kişi, o güne kadar inşa ettiği “kendisi” olarak ilişkiye girer, kabul görür, kabul eder, daha geniş, daha ferah, göğüs dolusu bir nefes alır. Çift, ilişkinin başlangıcında birliktelik ihtiyacının yoğun olması sebebiyle bu salonunda fazla vakit geçirse de bir zaman sonra ikisinin de bireysellik ihtiyacı ihmal edildiğini hissettirerek (hissettirmeli) kendi var ettikleri odalarına çekilme, kendilerini inşa edip, zenginleştirme süreci gündeme gelir.
Bu aşamada birçok ilişki sağlıksızlığa doğru evrilir. İlişki öncesi kişiyi “kendisi” yapan özelliklerin (giyim tarzı, işi, hobileri, aile, iş ve sosyal çevresi, davranış kalıpları, inancı gibi), birliktelik içinde törpülenip yok edilerek kişilerin ve dolayısıyla ilişkilerin fakirleştiği görülür. Bu fakirleşme çoğu zaman kendi odasını yeterince döşeyemeyip, odasına yerleşememiş ve orada canı sıkılan bir kişinin yeni ilişkiyle birlikte odasını kapatarak salonda yaşamaya başlaması gibi varlık bulur. Ardından karşı taraf, “Ben biraz odama çekileyim,” dediğinde salonda yapayalnız, çaresiz ve terk edilmiş gibi hissederek “Salonda tek kalıyorum, odanı kapat ve sadece bu salonda –hatta eşyalarına ve yerlerine benim karar verdiğim bu salonda- benimle yaşa,” dediği bir alıkoyma süreci haline gelir.
Birlikte olduğu kişinin ne giydiğine, kiminle ne kadar görüştüğüne, işine, ailesine, arkadaşlarına, kendisine ne kadar zaman ayırması gerektiğine, sosyal medya hesap şifrelerinin gizliliğine, hatta nasıl düşünmesi gerektiğine ilişkin müdahale etmenin ilişkinin bir gereği olduğunu düşünen, alttan alta ıssızlığından ve yalnızlıktan korkan ancak bunu seviyorum, kıskanıyorum, özlüyorum gibi görece kabul edilecek bir sebeple paketleyen kişilerin sahip olduğu korku ve öfke ile İlişki içinde bulunmanın bedeli olarak hayallerini, ideallerini, bireyselliğini, bir zamanlar yanında olan insanlarını kaybeden kişinin ilişkiye tutunma ve ondan kopmaya çalışma arasında savruluşlarının yarattığı kaygının kesiştiği noktada ilişkiler içinden çıkılmaz hale gelir.
***
Birlikte oluşun, kişileri gardiyan-mahkum ilişkisi içine sokarak aslında gardiyanı da özgürlüğünden mahrum edip, nefessiz bıraktığı bu noktada;
* Öncelikle durmak
* Karşılıklı bireyselleşme ihtiyaçlarını fark etmek
* Bu ihtiyaçların karşılanmasını kolaylaştırmak, imkan vermek, desteklemek, alan açmak
* İki tarafın da bireyselleşme sürecinde ilişkide ortaya çıkan görece boşluğa tahammül etmek, bu boşlukta kendine ve ilişkiye dair yeni hatlar oluşturmak
* Yeni dengenin oluşması ve rahatlama yaşanması için zaman tanımak
* Gerektiğinde uzman desteği almak
ilişkinin ve de kişilerin nefes almasını oldukça kolaylaştıracak sağlam adımlardır.
***
İlişki içinde hastalanıldığı göz önüne alındığında sağlıklı oluşa ilişkin yaratıcı yollar keşfederek yine ilişki içinde iyileşmenin mümkün olduğunu unutmadığımız güzel günlere… Sağlıkla…
Psikolog Gülşah Öncü
Gölcük, 2020