Bazı kelimeler vardır ki, duygusu cümleden bağımsız, varlığı ağırdır. Tüm paragraf o kelime üzerine taht kursun diye örülmüştür. Çarpmadaki yutan elemandır sanki; tüm anlamı, imlayı, şahısları bir girdap gibi çeker içine...
Kızımın kitabında, sonbahar geldiği zaman, ağacın önündeki uzun kışı atlatıp ilkbaharda yepyeni sürgünler verebilmesi için daha fazla besleyemediği yapraklarıyla vedalaştığını, bunu yaparken de zayi olmaması için yapraktaki enerjisini geri emerek, cansız kalan parçasını bitki örtüsüne armağan ettiğini okudum.
Besleyemediği için yapraklarından ayrılmak zorunda kalan bir ağaç yerine, artık varlığını tehlikeye düşüren ilişkisini, sistemi kollayarak sonlandıran bir bilinç ile karşı karşıya olduğumu düşünerek aydınlandım.
Bir ağaç için sıradan olan bu örüntünün bizim için ne kadar sancılı ve işin içinden çıkılamaz bir hale getirildiğini görmek hala çok yol kat etmemiz gerektiğini düşündürdü. Ya da bu evrensel aklı çok geride bıraktığımızı…
Bitmesi gereken ilişkileri bize acı vermesine rağmen sürdürmek, gördüğümüzde iyi hissettirmeyen eşyalarla bir ömür geçirmek, yasını yaşamamak için bir ölüyle yaşamı paylaşmak gibi…
Annemizle bir olduğumuz bedenden çığlık çığlığa ayırıldığımız yetmezmiş gibi teselliyi bulduğumuz meme de hoyratça çekilir ağzımızdan… Her ayrılıkta hikaye buradan başlar ve her ayrılış taaa anne karnından vurur bizi…
Acısı yakıcıdır; öyle ki, hayatın tek gerçeği, tüm kaygılarımızın başlangıcı ve sonu olan ölümle karşılaştırılır ve ölüm bile hafif kalır, küçülür küçülür ayrılığın içinde eriyiverir.
Bu karadeliğin içinde neler yok ki… Gözyaşı, çaresizlik, acı, boşluk, kayıp, ağrı…
Oysa…
“Bir kelimeye bin anlam yüklediğim zaman sana sesleneceğim…”
Dizelerini yazdıran güzel kadın, şairimize, “Özdemir… Bin anlamı tek bir kelimeye sığdır,” deseydi, bence hiç düşünmeden cevap “ayrılık” olurdu.
Ayrılık bitiş, boşluk, belki de bir son gibi görünse de içinde yaşam, öğrenme, hayat vardır. Yaşamımız ayrılışlarımızın dökümüdür.
Ayrıla ayrıla büyür, ayrıla ayrıla çoğalırız. Tıpkı Dünya’nın bize can vermesi için Güneş’ten ayrılması gibi. Tıpkı olmak için doğmak gerektiği gibi.
Büyümek için ayrılırız annenin sıcağından, memesinden, ocağından… Her ayrılış büyütür bizi. Her yeni aşamada bir önceki aşama için hayati olan bağlar pranga olur, dolanır ayağımıza, kırarız büyümek için onları… Bazen de pranga biz oluruz, büyümesi için yoldaşımızın açıveririz kilitlerimizi… Fark etmez ki, bunun adı da ayrılıktır, öğretir bize büyümeyi ve büyütmeyi.
Bazen de ayrılık büyütür ayrılmayanları. Bir olmak besleyemezse çocuk denen meyveyi, ayrılık büyütür bazen de üçüncü kişiyi…
Ayrılık önemlidir, hayatidir, elzemdir.
“Hayat ileri doğru akar, tamiri yoktur,” gibi düşünenlere inat ayrılık bazen de telafi olur, ilaç olur açılan yaralara.
Ayrılık, büyümek için, dinlenmek için, yeniden başlamak için, doğanın bilgeliğiyle, enerjimizi dağıtmadan yasımızı tutup ilerlemeye devam etmek, Gaia ile Uranos aralığında yaşamın yeşermesine izin vermektir.
Psikolog Gülşah Öncü