Küçüklüğümden beri çok üzgün olduğumda kabuğuma çekilir, sessizliği seçerim. Acımı yaşamak için zamana ihtiyacım olur ve kimseyle konuşmak istemem. Herkesin acısını, üzüntüsünü yaşama şekli farklı elbette. Ergenken bir hafta hiç yataktan çıkamadığımı bilirim. Ama işte şimdi yetişkinken öyle lükslerim yok, bakım vermem gereken insanlar, sorumluluklarım var.
Çocuk istismarı, kadın cinayetleri, yangınlar, seller, pandemi, okullar açılacak mı gibi her biri başlı başlına yorucu, üzücü ve hırpalayıcı meselelerle yaşıyoruz uzun süredir. O kadar zor bir yaz oluyor ki, zaten pandemi yorgunuyuz, artık bu ağır duyguları taşımak iyice zorlar hale geldi hepimizi. Ben de tüm sorumluluklarımı yerime getirmeye devam etmekle birlikte, bir süre sosyal medyayı takip edemez, yazamaz oldum; ne gücüm ne moralim el vermedi. Tüm bu olaylar bana pek çok şey düşündürdü-düşündürüyor, özellikle toplumsal “düşünce yapımız” üzerine çok düşünüyorum.
Üniversite 2. sınıfta öğrendiğimiz bir bilgi benim için hayatla ilgili her konuda hep yol gösterici olmuştur, bu ara çokça bunun üzerine düşünüyorum.
1. Önleyici yaklaşım
2. Gelişimsel yaklaşım
3. Düzeltici/iyileştirici/telafi edici yaklaşım
4. Kriz müdahale
Şöyle öğrenmiştik: Ne kadar ilk iki yaklaşıma odaklanır ve ona göre çalışır, olası zorluk ve krizleri öngörüp gerekli önlemleri alır, devamlı kendinizi ve/veya sisteminizi geliştirmeye odaklanırsanız o kadar 3. ve 4. seviyede bulmazsınız kendinizi, ya da o seviyeleri nispeten hafif geçirirsiniz.
Yaygın toplumsal düşünce tarzımıza ne kadar uzak bir yaklaşım.
Ancak dişimiz çok ağrıdığında/şiştiğinde diş doktoruna gidiyoruz (kriz aşamasında yani).
Ancak büyük bir kriz olduğunda terapiye gidiyoruz. Çift terapisine gelen çiftlerin çoğu birbirleriyle neredeyse hiç konuşmaz halde geliyorlar!
İş yerlerinde geri bildirim veren çalışanlar ve müşteriler hep “şikayet eden”, “memnuniyetsiz” pozisyonunda görülüyor ve tepkiyle karşılaşıyorlar. Bizde geri bildirimler ne kadar gerçekçi olursa olsun hep olumsuz eleştiri ve işe müdahale olarak algılanıyor, oysa geri bildirimler çalışmamız gereken derslerdir, daha “önleyici” olabilmemiz için fırsatlardır.
Yıllarca bu teorik bilgiyi kurumsal iş hayatımda yani pratikte nasıl gördüm: Olası sorunları tüm ekip olarak önceden düşünüp gerekli düzenlemeleri ona göre yaparak. Bireysel olarak da ekip olarak da hep “en kötü senaryo”yu önceden düşündüğümüzde, ona hazırlanabilirdik ki o noktaya hiç gelmeyelim. Oysa pek çok kurumda bu zihniyetin hiç olmadığını maalesef görüyorum. Bu yaklaşımı okullarda, sağlıkta, hukukta, inşaat-mühendislik alanında, çevrecilikte, trafikte, aile hayatımızda, istismar gibi zor konularda, hayatın her alanında benimsememiz gerek diye düşünüyorum.
Oksijen gazetesi geçen sayısında “Ormanlarda belli bir ısının üzerine çıkıldığında yangın riski olduğu bellidir, hemen o anda soğutma çalışması yapılabilir yangın çıkmaması için” diyor. O zaman mı daha az su harcanır, yangını söndürmekte mi? Hangisi daha uzun sürer? Kriz müdahale HER ZAMAN ilk iki yaklaşımdan daha meşakkatli ve masraflıdır, maddi manevi tüm kaynakları ve zamanı tüketir, her zaman duygusal ve zihinsel olarak daha fazla hırpalayıcıdır. Oysa tedbir almak ne yazık ki hep ihmal edilendir.
Geldiğimiz noktada toplumsal olarak tüm gücümüzü birleştirmeli, sorumluluklarımızı arttırmalı, küçük büyük demeden her türlü katkımızı ortaya koymalıyız. Denizden çıkarken iki plastik poşeti, iki teneke kutuyu, çıkarıp çöpe atmayı ihmal etmemek basit ama önemli. Çocuklarımızla birlikte ilçelerimizdeki orman veya deniz/sahil temizleme çalışmalarına katılmak ne büyük bir katkı.
Küsmenin, kızmanın, söylenmenin, ağlamanın çok ötesine geçmemiz lazım en sağduyulu halimizle. Zaman doğamıza, çevremize, ruh sağlığımıza ve sevdiklerimize sahip çıkma zamanı. Bilgimizi, tecrübemizi, kitaplarımızı, duygusal desteğimizi birbirimizden esirgemeyelim. Çocuk istismarında da, kadın cinayetlerinde de, çevre bilinci uyandırmada da, ormanları korumada da, pandemide de, okulların “sağlıklı ve güvenli” açılmasında da toplumsal olarak ne kadar hep birlikte önleyici ve gelişimsel yaklaşırsak o kadar az krizlerimiz olacaktır.
Biz ruh sağlığı çalışanları toplum genelinde çocuklara yönelik “kendini koruma ve hayır diyebilme” gibi önemli eğitimleri hızla yayalım.
Sivil Toplum Kuruluşlarına destek toplumumuz ve çocuklarımızın geleceği için yapabileceğimiz en büyük katkı ve mutlaka her birimizin kalbine dokunan bir STK mutlaka var.
Bir kriz hiçbir zaman sadece bireysel bir kriz değildir, şu ya da bu şekilde herkesin krizi çevresini de etkiler; büyük krizlerin her birimizi etkilediği gibi.
“Düşe kalka büyümek” deyimini çok severim ve anlamına da çok inanırım. Kaç yaşında olursak olalım hala büyümeye devam ediyoruz, evet çok düşüyoruz bu son yıllarda ama hala kalkabiliriz, nereye tutunacağımızı bilerek, bizi aşağı çeken elleri değil bizi yukarı çekebilecek elleri tutarak ve her koşulda büyüyeceğimize ve inanarak büyüyeceğiz bu koşullarda bile. Çocuklarımız ancak biz de büyüdükçe büyüyebilir.
Uzman Psikolojik Danışman Şükran Başarır