Türk Dil Kurumu sözlüğünde Normal kavramı “kurala uygun, alışılagelen, olağan, uygun, aşırılığı, eksikliği ve taşkınlığı olmama, ortalama durum”, Anormal ise “genel olana, alışılmışa ve kurala aykırı olan, normal olmayan, dengesi yerinde olmayan, davranışı bozuk olan, deli, sapık” olarak tanımlanmaktadır. Peki, soru şu: ‘Siz normal misiniz, yoksa anormal mi?’ Bu soruya cevap verebiliyorsanız neye, kime göre normal veya anormalsiniz? Gündelik hayat içerisinde bu tanımları ne kadar sorguluyoruz? Toplumda genele uyanları normal, genele uymayanları anormal olarak değerlendirmiyor muyuz? Anormal olanları dışlamıyor muyuz? Toplumun atıkları haline getirmiyor muyuz? Toplum içerisinde normal diye tanımladığımız davranışları olup evine çekildiğinde çok daha farklı davranışları olanlar yok mu aramızda? Bir davranış; sanatçı, devlet adamı, ya da toplumda saygın birisi tarafından yapıldığında normal olarak değerlendirilirken, sıradan birisi yaptığında ne oluyor da anormal davranış oluyor? Ya da hayatının bir döneminde normal davranışlar sergileyen bir kişiye ne oluyor da bir dönem anormal davranıyor hatta davranmaya da devam ediyor? Toplum genelinde normal olarak kabul edilen davranışları sergileyen bir kişi bireysel sorunlarından dolayı mı anormal davranır yoksa anormal davranmasında toplum olarak bizim de rolümüz var mıdır? Bir ruh sağlığı uzmanı olarak normallik, anormallik kavramlarını sürekli sorgulamaktayım. Bu tanımlara göre niye bazı insanlar deliriyor? Şunu biliyoruz ki, delilik doğuştan gelen bir durum değildir. İnsanlar sonradan delirmektedir.
Oktay Şılar’ın metaforuna göre insanlar doğduklarında bir işletim sistemi ile dünyaya gelmektedirler. Windows 7 diyelim. Gerekli yazılımlar yüklüdür, zamanla da yararlı yazılımlar yüklenmeye devam edilecektir. Sonra nasıl oluyorsa virüslerde bulaşmaya ve işletim sistemini hasara uğratmaya başlamaktadır. Virüsleri kendimiz bulaştırdığımız gibi, bizim elimizde olmayan nedenlerden dolayı da bulaşmış olmaktadır. Şu dünyada deli diye nitelendirdiğimiz kişi/kişileri düşünün. Bu kişiler iki yaşında gülücükler saçan, kucaktan kucağa gezen, sevgi verilen bir bebek iken ne oluyor da zaman içerisinde deli diye nitelendirdiğimiz kişi oluyor? O kişinin delirmesinde kimlerin emeği var? Tüm sorumluluk kendisine mi ait? Yoksa ailesine mi? Topluma mı? Ronald David Laing şizofreniyi tehlikeli insanların sahne dışına atılması olarak yorumlamıştır. Şizofreni ve benzeri psikozların organik kökenli olmadığını daha da önemlisi hastalık olmadığını iddia eder.
Ruhsal hastalıklar artıyor mu? Yoksa hastalık tanımlarını mı artırıyoruz? Bizden olmayanı hemen ötekileştirip kendimizi normalleştirerek aslında ne yapıyoruz? Deli kavramının tanımını yaparak neyi normalleştiriyoruz?
Tüm bu sorular bende geçtiğimiz Ekim ayında basında “Canavar anne” olarak geçen M.D’nin yaşadıklarını çağrıştırdı. 2 aylık bir bebeğin ölüm şekli hepimizin kanını dondurmuştu. Ulusal medyada bu olay “Canavar anne, vicdansız anne, öğretmen anne, böyle anne olmaz olsun” vb. manşetlerle yer aldı. Günlerce gazetelerde yazıldı, televizyonlarda tartışıldı. Bir anne çocuğunu evde bırakarak nasıl tatile gider? Bunu nasıl yapar? Hiç mi vicdanı yok? Gibi sorular eşliğinde M.D’nin yaptığı bu davranış herkes tarafından eleştirildi. Olay gerçekten çok üzücü. Keşke yaşanmasaydı. Peki, olaya bir de diğer taraftan bakalım. Ne oldu da bir anne böyle bir şey yaptı? Bu hale nasıl geldi?
M.D sorunlu bir evlilik yaptıktan sonra boşanıyor. Ailesi yeniden evlenmesini asla istemiyor. Polis olan sevgilisi ile bir ilişki yaşıyor. Hamile kalıyor. Hamile kaldığını geç fark ediyor. Uzun süre doğurup doğurmamakta kararsız kalıyor. Ailesinden çok korkuyor. Bu durumu asla anlatamıyor. Tüm bunlara rağmen doğurmaya karar veriyor. Ailesinin yanına gitmemek için sürekli mazeret uyduruyor. Hastanelere gidiyor, kayıt yaptırmak istemediği için evde doğum yapıyor. Ailesinin baskılarına dayanamıyor ve bebeğini doyurup ailesinin yanına gidiyor. Ailesi bir türlü bırakmıyor. Eve döndüğünde hemen mutfağa gidip mama hazırlıyor. Bebeğini hastaneye götürdüğünde öldüğünü orada söylüyorlar. Ve gözaltına alınıyor.
Gerçek olan şu ki annenin ruh sağlığı yerinde değil. Gerçekliği değişmiş durumda. Tüm medya anneye ciddi bir şekilde yüklendi. O zamanlar takip ettiğim kadarıyla kimse kadına ne olduğunu neler yaşadığını sorgulamadı. İlk evliliğinde yaşadığı problemler nelerdi? Boşanmış bir kadın olarak neler yaşadı? Öğretmenlik yaptığı okulda ne gibi sorunlar yaşadı? Kıyafeti ile ilgili veliler tarafından şikâyet edildiğinde okul idaresi nasıl bir yaklaşımda bulundu? Herkes kadının canavarlığından bahsederken kimse polis olan sevgilisinden bahsetmedi. Polis olan sevgilisi hamile olduğunu öğrendiğinde ne yaptı? Ailesi tarafından öldürülme korkusu yaşamak ne demek? Tüm bunların sonucunda kadının gerçekliğinin değişmesi beklendik değil midir? Tüm bunların yaşanmasında sadece annenin mi payı vardır? Eski eş, polis sevgili, okul müdürü, veliler, ailesi ne kadar sorumlu? Biz ne kadar sorumluyuz?
R.D.Laing’in dediği gibi Şizofreni ve benzeri psikozlar organik değildir. Bizim eserimizdir.
Cengiz İpek