Şu an günümüzde her şey çok hızlı. Her bilgiye çok çabuk ulaşabiliyoruz. Sorunları hızla çözmemiz gerekiyor. Bu kadar hızlı çözüm arayışı her şeyde olduğu gibi ruhsal hastalıklarda da karşımıza çıkıyor. Kişi biraz kendisini kötü hissettiğinde hemen Google’ın başına geçip araştırma yapıyor ve kendine teşhis koyabiliyor. Kendimize sık sık koyduğumuz teşhislerden biri depresyon. Bu teşhisin yanına bir de yakınların tavsiyesi ile ilaç kullanımı ekleniyor ve tabi ki bu çözüm çabası işe yaramıyor. Geçen yazımda bahsettiğim gibi bu tür konularda maalesef uzmanlardan çok daha uzman olabiliyoruz. Depresyon hemen hemen herkesin dilinde kolayca yer alan bir ifade. “Depresyona girdi, depresyondayım vb.” İnsanlar zaman zaman hayatlarında kendilerini kötü hissedebilirler, mutsuz olabilirler, hiçbir şeyden zevk almayabilirler, her şey yük gelmeye başlayabilir, hatta ölümü bile düşünebilirler. Bu tür duygu durumları herkesin başına gelir, gelmelidir de. Sağlıklı olan budur. Nasıl hayatımız hep çok eğlenceli, çok mutlu, problemsiz olmayacaksa tam tersi de olmayacaktır.
Peki, insanlar neden biraz üzgün olduğunda depresyondayım diyebiliyor? Depresyona girmek bu kadar kolay mıdır? Tanımlara bakacak olursak sözlükte üzüntü ; “Olması istenilmeyen olaylardan doğan ruh tedirginliği” depresyon ise “Bunalım, çöküntü” olarak geçmektedir. Üzgün biri kendisini kötü hisseder ancak hayatını yaşamaya devam eder, sorunlar ile baş edebilir. Depresyonda olan kişi ise bunalımdadır, çökkündür. Üzüntü, kişinin sorunları olduğu dönemde vardır ve sorun çözüldüğünde ortadan kalkar. Ancak depresyon çok daha uzun sürer ve tedavi olmadan ortadan kalkmaz.
İnsan yavrusu çaresizdir. Ve bakıma muhtaç olarak dünyaya gelir. Psikoterapist İskender Savaşır “Bir insan yavrusunun dünyada insanlara muhtaç olmadan yaşayabilmesi için hamileliğin 24 ay sürmesi gerekmektedir” der. Dolayısı ile insan yavrusu dünyaya geldiği andan itibaren onun için kurgulanmış bir masal dünyasında yaşamaya başlar. Sadece fiziksel bakımın karşılanması kurgulanması gereken masal için yeterli değildir. İnandırıcı bir masal duygulara hitap etmelidir. 13.yy’da Alman İmparatoru II. Frederick insanların doğuştan getirdiği dili merak eder. Elli tane bebeği toplar ve bebeklerin sadece beslenmeleri yapılır ve altları değiştirilir. Bebeklere asla dokunulmaz ve onlarla konuşulmaz. Peki, bebekler hangi dili konuştu? Bu asla bilinemedi. Çünkü bebekler konuşacak yaşa gelmeden hepsi öldü.
Hayatın erken dönemlerindeki sevgi nesnesi kaybı, kişinin benliğinde bir azalma, boşluk, terk edilmişlik duyguları yaratır. Psikanalitik kurama göre depresyon kaybedilen nesneye karşı duyulan düşmanca duyguların, saldırgan dürtülerin kişinin kendisine yöneltmesidir. Kişinin sevgi ve ilgi ihtiyacı çocukluk döneminde yeteri kadar karşılanmadığı durumda hayatının herhangi bir döneminde ortaya çıkan bir kayıp geçmişte yaşadığı çaresizlik duygularını çağrıştıracaktır. Depresyonda olan kişinin özsaygısı düşer ve kendisini değersiz hissettiği için onay alma ihtiyacı içerinde olmaktadır. Kişinin özsaygısı başkalarının onayına ve desteğine bağlıdır. Bu tür onaylar olmadığı durumda kişinin depresyona girme ihtimali yüksek olmaktadır. Depresyona giren kişiler saldırganlık duygusunu bastırmayı öğrenmiş kişilerdir. Kendilerine yönelmiş düşmanca duygusal yatırımları vardır. “ Ben kötüyüm, değersizim, hiçbir işe yaramam vb.” İhtiyaç duydukları kişiden uzaklaşmak istemezler. Bu durumdan korkarlar. Böyle bir durum gerçekleşirse öfkelerini kendilerine yöneltirler. Örneğin eşinden boşanan birisi eşine çok büyük öfke de duysa bunu açığa çıkarmaktansa “Benim yüzümden oldu, ben iyi davranmadım, ben yetersizim, değersizim, benden boşanmasının haklı bir nedeni var vb.” duyguları içselleştirmeye başlar.
Psikanalitik yaklaşıma göre depresyonun nedenlerini bu şekilde açıklayabiliriz. Ama tabi ki bunu tam olarak anlamanın yolu bir uzmandan yardım almaktan geçiyor. Günümüzde antidepresan kullanımı ve/veya psikoterapi yaklaşımları depresyon tedavisinde oldukça etkili durumdadır.
Cengiz İpek