Stoa Felsefesine, kurucusundan başlayalım.
Kıbrıslı Zenon (M.Ö. 334 – 262)
Kıbrıs’ta Fenikeli yerleşmecileri kabul eden bir Yunan kentinde (Kition) doğmuş. İncir yemeyi ve güneşlenmeyi çok sever. Otuzlu yaşlarında bir tüccardır ve Fenike’den yüklediği erguvan boyalarını taşıyan gemi Pire’de kaza geçirince mal varlığını kaybeder. Buradan Atina’ya geçer.
Atina’da bir kitapçıda eline alıp okuduğu felsefe kitabından başını kaldırır ve ona, Sokrates gibi adamları nerede bulabileceğini sorar. Kitapçı, o sırada önlerinden geçen Kinik Krates’i işaret ederek, “İşte bu adamı takip et!” der. Zenon denileni yapar ve Kinik Krates’in öğrencisi olarak felsefeye adımını atar.
Kimdir Zenon’un ilk öğretmeni Kinik Krates?
Kinik Krates, -“Gölge etme başka ihsan istemem.” sözü ile bildiğimiz– Sinoplu Diogenes’in öğrencisidir. Diogenes ise Antisthenes’in, O da Sokrates’in öğrencisidir.
Yani Stoacılık’ın izi Sokrates’te aranır.
Sokrates… (M.Ö.469 - 399)
Kimine göre felsefenin kurucusu, kimine göre bilime ilk darbeyi vurup onu mistisizme yaklaştırmış bir sofist, kendisine göre de toplumun at sineği… Onu Atina’da pazar yerinde pasaklı bir şekilde, yalın ayak, sırtında yırtık bir harmani ile insanları durdurup, onlara olmadık sorular sorarken görebilirsiniz. Onlara, toplum olarak kabul gördüğü için sorgulamadan onaylayıp bildikleri şeyleri 20 dakika içinde aslında bilmediklerini kabul ettirirdi. Zengin ailelerin çocuklarının öğretmeni olarak para kazanan sofistlerin aksine hizmetleri için para almazdı. Zaten bildiği tek şey hiçbir şey bilmediği idi.
Sade yaşamı ile övünür, pazar yerinde satışa çıkmış malları gördüğünde çoğu kez kendi kendine “Gerek duymadığım ne çok şey var…” derdi. Ona göre zenginliğin ve soyluluğun onur verici hiç bir yanı yoktu. İnsanların sahip oldukları malları bir çırpıda sayıp dökebilirken, sahip oldukları dostlarının adlarını söyleyememelerine şaşırırdı.
Ona göre tek bir iyi vardı; bilgi. Gene tek bir kötü vardı; bilgisizlik. İnsanın bilmediği bir şeyi öğrenmesinin hiç de tuhaf olmadığını söyleyerek ileri yaşta lir çalmasını öğrendi.
Nigel Warburton’a göre Sokrates’i bilge kılan şey, durmaksızın soru sorması ve düşüncelerini tartışmaya istekli olmasıydı. Yaşamın ancak ne yaptığınızı sorgularsanız yaşanmaya değer olduğunu söylemişti. Ne de olsa sorgulanmamış bir yaşam koyunlara uygundu, insanlara değil…
O yalnızca, “Yaşamın amacı nedir? İyi bir yaşam nasıl yaşanır?” sorularına cevap ararken toplumun değer yargılarının sorgulanmasına sebep oldu.
Atinalı gençleri kışkırttığı, tanrılara karşı inancı zedelediği gerekçesi ile mahkeme tarafından suçlu bulunduğunda geri adım atmadı, toplumu bir at sineği gibi rahatsız etmeye devam edeceğini söyledi. Ölüme mahkum edildiğinde soğukkanlılığını korudu. “Atinalılar seni ölüme mahkum etti.” diyene, “Doğa da onları…” şeklinde karşılık verdi. Karısının “Haksız yere ölüyorsun.” demesi üzerine, “Yoksa sen ölümü hak etmiş olmamı mı isterdin?” diye sordu. Her türlü kaçma teklifini reddetti. Baldıran zehri ile idamını gerçekleştirdi.
Kinikler…
Sokrates’in en önemli üç öğrencisinden biri Antisthenes’tir ki Antisthenes, Kinik Okulun kurucusudur. Her gün Sokrates’i dinlemek için kilometrelerce yolu tırmanmıştır. Ondan dayanıklı olmayı öğrenip soğukkanlılığına özenerek felsefesine şekil vermiştir.
Kinik, “köpek gibi”, “köpeğe benzer” anlamında kullanılmaktadır. Kinikler Atina toplumunun içinde bulunduğu ahlaki yozlaşmaya, sosyal ve politik çöküntüye dikkat çekmek istemişler, toplum tarafından koyulan sosyal kuralları, değer yargıları ve kurumları reddetmişlerdir. Bir sokak köpeğinin rahatlığında toplum önünde topluma aykırı tüm davranışları sergilemiş ve insanları bu anlamda rahatsız etmişlerdir. Belki de Antik Yunan’ın anarşistleri diyebiliriz onlara.
Toplum eleştirisini “Sizler yedikçe acıkırcasına, zenginleştikçe fakirleşiyorsunuz.” diyerek yapan Antisthenes’in öğrencisi hepimizin bildiği Sinoplu Diogenes’tir. Kiniklerin en önemli filozofudur. Elinde gece gündüz bir fener taşıdığı ve bu feneri neden taşıdığı sorulduğunda “Dürüst insan arıyorum!” dediği bilinir. Evi bir fıçıdan ibarettir. Yırtık harmanisi ve yaşam tarzı ile topluma çürüdüğünü, ahlaki olarak yozlaştığını ve doğaya uygun yaşaması gerektiğini hatırlatmak ister.
Fıçısının içinde güneşlenirken, Büyük İskender’in başına gelip, kendisi için yapabileceği bir şey olup olmadığını sorduğunda (bir nevi, dile benden ne dilersen) O, İskender’den güneşini engellememesini ister (gölge etme başka ihsan eylemem). Öyle ya Diogenes’in su içmek için bir tasa bile ihtiyacı yoktu.
Büyük İskender’in “Eğer Büyük İskender olmasaydım Diogenes olmak isterdim.” dediği bilinir.
Diogenes politik iktidarın koyduğu tüm sınırları reddeder. Nereli olduğu sorulduğunda günümüzün “dünya vatandaşı” kavramını ilk onun kullandığı görülür. Kiniklere göre nereden geldiğimiz değil nereye doğru gittiğimiz ve nasıl yaşadığımız bizim kim olduğumuzu belirler.
Diogenes köle olarak satılacağı zaman, “Elinden ne yapmak gelir?” diye sorulduğunda “Özgür insanları yönetirim.” der. Özgür olduğunu düşünen tüm topluma kendi yarattıkları dünyanın birer kölesi olduklarını hatırlatır böylece.
Sıkı bir toplum eleştirisi yapan, felsefelerini yaşayarak gösteren bu dürüst, cesur felsefe ile her şeyini kaybetmiş bir tüccar olan Kıbrıslı Zenon’un karşılaşması bugün yazıma konu olan Stoa Felsefesini başlatır.
ve Yeniden Kıbrıslı Zenon…
… Kitapçı, o sırada önlerinden geçen Kinik Krates’i işaret ederek, “İşte bu adamı takip et!” der. Zenon denileni yapar ve Kinik Krates’in öğrencisi olarak felsefeye adımını atar...
Sağlıkla…
Psikolog Gülşah ÖNCÜ
Gölcük, Mayıs 2021