1 dakika okundu
17 Aug
17Aug

Yaşamımızın, seçimlerimizin neredeyse çok azının kendi özgür irademizle gerçekleştiği bir dünyada yaşıyoruz. İhtiyacımız olmayan eşyaları alıyor, ihtiyacımız olmayan şeyler için büyük borçlara girip belki de sevmediğimiz, mutsuz olduğumuz işlerde çalışarak bu borçları ödemeye çabalıyor ve sonunda da mutluluk hedefliyoruz. Peki, mutlu muyuz? Sanırım birçoğumuzun cevabı hayır. Peki, neden? Sonucun büyük bir kısmını bugünkü yazımızın konusunu oluşturan yabancılaşma olgusunun oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Nedir bu yabancılaşma?

“Benin kendi özünden uzaklaşmasıyla, kendisine ve eylemlerine nesnel bir biçimde, sanki bir ustanın elinden çıkmış bir nesneye bakarcasına yaklaşımıyla belirlenen bilinç hali. Kişinin kendi benliğiyle ya da zihin halleriyle, kendisi arasına duygusal bakımdan mesafe bırakması durumu, kişinin gerçek beniyle olan içsel temasını yitirdiğini anlamasının sonucu olan kendisinden kopması hali…” (Felsefe Sözlüğü, Ahmet Cevizci)

Yabancılaşma; sosyolojik, felsefi ve psikolojik boyutları olan bir kavram. Kişinin, yaşadığı dünya içinde kendisini konumlandıramama, yaşamının, eylemlerinin, kuralların, hedeflerinin anlamsız hale gelmesi, ilişkilerin sığ, uzak gelmeye başlamasıyla karakterize; hayatla, diğerleriyle ve eşyalarla mesafelenme hali olarak. İnsan, ilk doğaya yabancılaşmıştır. Sonra ürettiğine, işine, sonra ilişkilerine ve sonunda da kendine yabancılaşmıştır.

Yabancılaşma meselesi insanlık tarihi kadar eskisi olmasa da tahmin ettiğimiz kadar da yakın değil. Konuya kafa yormuş filozofların varlığından haberdar olmamız bu meseleyi ortalama 2000 yıldır türümüzün bir problemi olduğunu gösteriyor. Tarih boyunca birçok ünlü düşünür, sanatçı, bilim insanı yabancılaşma meselesiyle ilgilenmiş. Kimi görüşler konunun dipsiz bir kuyu olduğunu ortaya koyarken kimileri sürecin, insan yaşamının doğal bir parçası olduğunu ve başarabilirse, yabancılaşma sonrası insanın kendisini gerçekten tanıyabileceğini savunmaktalar.

Kendini bir yere ait hissedememe hali

Truman Show’u izleyenleriniz hatırlayacaktır. Truman adeta bulunduğu kaba, kasabaya sığmamakta, gitmek hatta kaçmak istemektedir. Bir şeylerin yanlış olduğunu hissetmekte ancak bunu kimseye anlatamamaktadır. Her şeyin tekrar edişi, seçimlerinin özgür olmayışı, ilişkilerin sığlığı, sözde samimiliği gibi birçok neden Truman’ın yabancılaşmasını körükler, hızlandırır. Film boyunca Truman’la birlikte biz de kaçmaya çalışırız o hayattan çünkü ait hissetmeyişini derinden hissederiz.

Cennetten kovulduğunun farkına varma

Filmde de hissettiğimiz duygu bir zamanlar bir şeylerin çok iyi olduğu “bir yer”in ve “zamanlar”ın olduğudur. Âdem’le Havva’nın dünyaya düşmesi, dünyayla tanışması gibidir. Dünya cennet gibi değildir. Kaygılı, korkulu, sancılı bir yerdir. Cennet gibi ekmek elden su gölden değildir. Sonsuz arzu, ihtiyaçlarımıza karşı sınırlı kaynakların olduğu ve bu problemi çözmek için atıldığımız bir yerdir. Yabancılaşma, kovulduğumuzun farkına vardığımız anda başlar. O andan sonra yaptığımız, yapacağımız şeyler de yabancılaşmanın dozunu artırır genelde. Ta ki gerçeklikle ve kendimizle el sıkışana kadar.

 Psikoterapist Şamil Saribaş
Aile ve Çift Terapisti



Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.