Neyin psikopatoloji, neyin barışılarak bir yaşama üslubuna dönüşebilecek bir karakter özelliği olduğunu tartmak, bir psikoterapi sürecinde en hassas olunması gereken konulardan biridir.
İskender Savaşır
Tahtaya vurmak, nazar boncuğu taşımak, uğurlu bir kıyafeti önemli günlerde giymek, çizgilere basmadan yürümek, çantayı yere koymaktan kaçınmak, kitap sırtlarını hizalamak, fişleri çekmeden evden çıkmamak ya da kahveyi hep aynı kupada içmek… Günlük hayatta fark etmeden sürdürdüğümüz bu tür küçük takıntılar, hayatımızı zorlaştırmadığı sürece genelde zararsızdır. Ancak takıntılar, bizi ve çevremizdekileri rahatsız edecek boyuta ulaştığında, yaşam kalitemizi ve ilişkilerimizi olumsuz etkileyebilir. İşte o noktada takıntılar, masum alışkanlıklar olmaktan çıkar ve dikkate alınması gereken bir sorun haline gelir. Takıntılar (obsesyonlar), zihnimizde istemsizce beliren, kontrol edilemeyen, uzaklaştırılamayan, tekrarlayıcı ve zorlayıcı düşünce, fikir ya da dürtülerdir. Bu durumun yarattığı yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu hafifletmek için yaptığımız yineleyici ve zorlayıcı davranışlar ise kompülsiyon (zorlantı) olarak adlandırılır.
Obsesyon ve obsesif-kompülsif bozukluk
Obsesyon, obsesif yapı, obsesif kişilik ve obsesif-kompülsif kişilik bozukluğu birbirinden farklı kavramlardır; ancak sık sık birbiriyle karıştırılarak yanlış kullanılmaktadır. Hastalık düzeyinde olan takıntı halinin kökeninde genetik yatkınlık ve çocukluk dönemi travmaları etkili olduğu gibi; kontrolcü, titiz, kuralcı, mükemmeliyetçi, ayrıntıcı ve şüpheci kişilik özelliklerinin de rol oynadığı değerlendirilmektedir. Uzmanlar, obsesif (takıntılı) bireylerin yaşamlarının her alanında kontrol ihtiyacının belirgin olduğunu ve bu kontrol çabasının yetersiz kaldığı noktalarda hastalığın belirtilerinin ortaya çıktığını belirtmektedir. Bu çabanın altında ise çoğunlukla güçsüzlük korkusu yatmaktadır. Özellikle obsesif bozukluk seviyesindeki durumların temelinde, öfke yerine utanç, onur kaybı, zayıflık ve yetersizlik duygularını önlemeye yönelik bir mücadele olduğu düşünülmektedir.
Her takıntı hastalık değildir!
Her takıntı ruhsal bir bozukluk ve sorun anlamına gelmez. Günlük yaşamında ‘zararsız’ takıntılara sahip olan ve bunları yıllardır sürdüren birçok insan bulunmaktadır. Ayrıca, titizlik, düzen takıntısı, kontrol arayışı ve katı kurallara bağlılık gibi kişisel özellikler, bazen bireylerin hayatlarını daha düzenli, verimli ve başarılı bir şekilde sürdürmelerine yardımcı olabilir. Ne zamanki başarıya, güzelliğe vesile olan bu takıntılar yaşam kalitemizin düşmesine, iş hayatımızda ve sosyal ilişkilerimizde zorluklara yol açmaya başlıyor, günlük hayatımızı sürdürmekte zorlanmaya başlıyoruz işte o zaman profesyonel anlamda bir destek almanın zamanı gelmiş demektir. Sağlıklı takıntılar bize ve ilişkilerimize hizmet eder, bizi besler, iyi hissettirir. Zorlanıyorsak, keyifsiz hissediyorsak ve başa çıkmakta zorlanıyorsak takıntılarımızın bir ‘bakıma’ ihtiyacı olduğunu düşünebiliriz.
Sık karşılaşılan takıntı türleri:
Bulaşma ve temizlik takıntıları: Kir, mikrop ya da zararlı maddelerin bulaşacağı endişesiyle aşırı temizlik ve yıkanma davranışları. Örneğin, el sıkıştıktan sonra ellerini defalarca yıkama.
Kuşku ve kontrol takıntıları: Elektrikli cihazlar, kapılar veya ocağın açık kalması korkusuyla tekrar tekrar kontrol etme ihtiyacı. Ütünün fişini kontrol etmek için eve defalarca geri dönme çabası gibi.
Zarar verme ve saldırganlık takıntıları: Elinde olmadan birine zarar vereceği ya da uygunsuz davranışlarda bulunacağı korkusuyla zihinsel bir mücadele içinde olma. Sevdiklerine, yakınlarına istemeden zarar vereceği düşüncesiyle onlardan uzaklaşmak gibi.
Simetri ve düzen takıntıları: Eşyaların belirli bir düzen içinde olmasını isteme ve bu düzen bozulduğunda rahatsızlık hissetme. Örneğin, kitapların boy sırasına göre, yazarına göre, renklerine göre dizilmesi.
Dini veya ahlaki takıntılar: Günah işleme ya da dini kurallara uymama korkusuyla yoğun endişe yaşama. Dini değerlere karşı gelme, küfür etme düşünceleri gelmesi gibi. Toplum içinde istemeden tepki çekecek davranışlarda bulunma düşünceleri gibi.
Takıntılarımızın arka planı
Takıntılar, bilinçdışı düzeyde içsel bir boşluk ya da eksiklik hissini tamamlamaya yönelik bir çaba olabilir. Örneğin, eşyaların yerini sürekli değiştirme alışkanlığı, kişinin iç dünyasında ‘oturtulamayan’ bir durumun yansımasıdır. Bu davranışların kökeninde genellikle erken dönem bağlanma deneyimleri, narsisistik yaralanmalar, bilinçdışı çatışmalar ve tamamlanmamış yas süreçleri yer alıyor olabilir. Ayrıca aşırı sorumluluk duygusu, mükemmeliyetçilik, belirsizliğe tahammülsüzlük ve tehdit algısı gibi zihinsel çarpıtmalar da önemli bir rol oynar. Bu dinamikler, terapötik bir süreçle fark edilip ele alındığında, kişinin sağlıklı bir içsel dengeyi yakalamasına yardımcı olmaktadır.
İdealizasyon ve gerçeklik arasındaki çatışma
Takıntılar, bazen yüceltmenin bir sonucu olarak ortaya çıkar. Kişi, bir durumu ya da nesneyi idealize ederken, hayali bir dünya ile gerçeği ayırt edemez. Örneğin, mükemmel bir ilişki ya da iş arayışı, bireyin içsel dünyasındaki ‘iyi’ ve ‘kötü’ parçaları bütünleştirememesiyle ilişkilidir. Bu da dış dünyayı siyah-beyaz algılama eğilimine yol açar.
Narsistik yaralar ve onay arayışı
Takıntılar, narsistik yaraların izlerini taşıyabilir. Kişi, kendi değerini dışarıdan gelen onaylarla inşa etmeye çalışır ve başkalarının ilgisini sürekli arar. Bu, terk edilme korkusuyla birleşerek bağımlılık dinamiklerini besler. Takıntılı bağlanma, bireyin erken dönemde yaşadığı ayrılık travmalarının bir yansıması olarak ‘hayatta kalma stratejisi’ haline gelebilir.
Bastırılmış öfke ve çatışmalar
Takıntılar, bastırılmış öfke ve duygusal çatışmaların da bir göstergesi olabilir. Sevgi ve öfke gibi çelişkili duygular, geçmişte yaşanan hayal kırıklıkları ya da ihanetlerin etkisiyle takıntılı düşünceler olarak kendini gösterebilir.
Kaybın yasını tutamamak
Bazı takıntılar, geçmişte kaybedilen bir şeyin yasını tamamlayamamanın izlerini taşır. Örneğin, kaybın ardından sürekli düzenleme yapma ya da nesneleri belirli bir düzende yerleştirme alışkanlığı, bilinçdışında bu kaybı telafi etme çabası olabilir.
Takıntılarla yüzleşmek
Takıntılar, içsel bir dengeyi bulma çabasını temsil eder. Bu yüzden, onları sadece birer düşünce olarak görmeyi öğrenmek, üzerlerindeki kontrolü kaybetmenin en etkili yollarından biridir. Stresi azaltmak ve takıntıların kaynağına inmek, bu süreçte oldukça yardımcıdır. Önemli olan, takıntıların yaşam kalitesini etkileyip etkilemediğini fark edebilmek ve gerektiğinde profesyonel destek aramaktır.
Ruhsallığımızın ‘tamir’ çabası…
Eğer takıntılar bir noktada sürekli hale gelirse, bizi depresyona sürükleyebilir; çünkü gerçek anlamda bütüncül bir kontrol sağlamak hiçbir zaman mümkün değildir. Takıntılar, çoğu zaman mükemmeliyetçilik, doğruculuk ve kusursuzluk beklentilerimizin bir yansımasıdır. Her şeyin mükemmel olmasına çabalamak kendimize büyük bir haksızlık. Esneklik, hayatımızın içinde kaybolmuş bir hazine belki de. Bu hazineyi bulmaksa ancak beklentilerimizi gözden geçirmekle mümkün.
Bu takıntılar, bazen içsel dünyamızda kaybolmuş bir dengeyi bulma çabasıdır. Ruhsal bir ‘tamir’ arayışı olabilir. Onları bu gözle görmek, şefkatle yaklaşmak, ruh sağlığımıza katkı sağlar. Bizi güvende hissettirir.
Bir diğer yol ise, bu takıntıların sadece birer düşünce olduğunu kabul etmektir. Onların gerçekliği yoktur, sadece zihnimizde şekillenirler. Kendimize bunu sıkça hatırlatmak, düşüncelerin gücünü zayıflatmanın en etkili yoludur. Ayrıca güvende hissediyorsak, kasıtlı olarak bu takıntılara maruz kalmak, onlara karşı bir meydan okuma da başa çıkmanın iyi yollarından biridir.
Sonuç olarak, takıntılar bir sorun değil, hayatın doğal bir parçasıdır. Önemli olan, bu takıntıların yaşam kalitemizi ve işlevselliğimizi etkilemesine izin vermemektir. Onların bize gönderdiği mesajları algılayıp yaşamımızı şekillendirebilmektir. Sakınan göze çöp batar demiş atalarımız; onların yaşam nehrinde damıttıkları tecrübeye kulak verip esnek ve umutlu olmaya çabalayarak ‘çöplerden’ sakınabiliriz belki de. Kim bilir?
Psikoterapist Şamil Saribaş